bütün sokak ve cadde gürültülü. açık hava partisi gibi bir şey, 60ların amerikan filmlerindeki gençlik partilerine benziyor. hayatımda hiç böyle bir ortamda bulunmamıştım, bu ilkti benim için. arabanın içerisindeyiz. dışarıda kalabalık ve inanılmaz bir gürültü var. arabada ben, bayan c., bayan a., bay o. ve hatırlayamadığım birkaç kişi daha, kalabalığın içerisinde ilerliyoruz. arabayı park edip dışarıda içebilmek için uygun yer kolluyoruz. bay o. arabayı kullanıyor, bayan a. önde yanında oturuyor. ben arka ortada birinin kucağındayım, sanırım ablamın işten bir arkadaşı. sağımda ablam (bayan c.) var. solumda yüzünü bile görmediğim biri oturuyor. arabanın sağ arka camından dışarıya bakarken babamı fark ediyorum. o karanlıkta beni görebilmiş, benimle göz teması kurmuş ve gözleriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyor. onun böyle bir ortamda olması bana garip geliyor. o yüzden hayal gördüğümü düşünüyorum. ablama, babam dışarıda, bak diyerek babamı gördüğüm yönü işaret ediyorum. eski model bir arabaya yaslanmış, altında yine eski model ispanyol paça bir pantolon, kendisi gibi giyinmiş iki adamın arasında oturmuş, bize doğru bakıyor. ablama babamı görüp görmediğini soruyorum. görmüyorum, diyor. bayan a., babamla konuşmak isteyip istemediğimi soruyor. ona göre bay o.'ya durmasını söyleyecek. ben de durur musunuz diyorum, bay o.'nun bundan hoşlanmayacağını bilerek. araba duruyor, ben babamı gördüğüm yöne doğru ilerliyorum. arabanın önüne geldiğimde, o iki adamın arasında bir kişilik boşluk olduğunu görüyorum. gerçekten de hayal görmüşüm deyip arabaya geri dönüyorum.
arabayla ilerlerken sağa dönecek gibi oluyoruz. sağıma baktığımda yol yerine deniz görüyorum. bay o., arabayı fazla kırmış olacak ya da karanlıkta yolu seçememiş olacak ki, yol yerine denize doğru yöneliyor diye düşünüyorum. denize doğru gidiyorsun demeye kalmadan araba denize düşmeye başlıyor. önce kıyıdaki betona çarpıyor. çarpmanın etkisiyle araba yukarıya sekiyor. yukarıdan inişe geçtiğinde, panik halinde "kapıları veya pencereleri açın" diye bağırıyorum. fakat benden başka telaşlanan hiç kimse yok. herkes oturduğu yerden düşüşümüzü izliyor. araba suya tamamen battığında kapıyı açmaya çalışıyorum çaresizce, ve başaramıyorum.
arabanın içerisi suyla dolu olmasa bile nefes almakta zorlandığımı hissediyorum. olduğum yerde çırpınmaya, kendimi kurtarmaya çalışıyorum fakat elimden bir şey gelmiyor. benden başka panikleyen veya hareketlenen kimse yok. herkes olduğu yerde oturuyor. birazdan arabaya su dolacak ve ben feci şekilde, boğularak öleceğim diye düşünüyorum. etraf simsiyah. bir anda gözümün görebildiği her yer simsiyah oluyor, hiçbir şeyi seçememeye başlıyorum.
gözlerimi açtığımda ablamla birlikte bir evde, odadayız. arabayla denize düştüğümüz günü hatırlatıyorum. o durumda boğularak ölmemiz gerekirdi, nasıl kurtulduğumuzu anlayamıyorum, diyorum. böyle bir durumda hayatla arana bir kristal giriyor ve o patladığı zaman aslında hayatta olmadığını idrak ediyorsun, birkaç kişinin başına gelmiş bu, bir yerde okumuştum diyor. yani biz o gün öldük ve ben onun şu anda farkında değil miyim diye soruyorum. muzip bir şekilde gülüyor ve evet, aynen öyle diyor.
beklediğim iş görüşmesinin saati gelmiş, beni çağırıyorlar. görüşeceğim kişinin olduğu odaya giriyorum. adam büyük bir odanın ön kısmında, sehpa yüksekliğinde bir masanın başında, bağdaş kurmuş oturuyor. sehpanın etrafında hiç sandalye yok. ben nereye oturacağım diye düşünürken gel, yanıma diz çök diyor adam. durumu biraz garipsesem de bozuntuya vermiyorum ve yanına diz çöküyorum. yine aynı hikaye, diye geçiriyorum içimden. adam sinirimi bozana kadar bana sorular soracak, kendime yabancılaşarak bu sorulara cevap vereceğim, işi alacağım, bir iki ay her şey güzelken sonrasında işinden nefret eden insana dönüşeceğim ve işten çıkartılacağım, diye düşünüyorum. bunları düşünürken adam da cv'me bakıyor. nereden mezunsun diye soruyor. ben de büyük bir sabırla cevabını bildiği sorulara cevap veriyorum. mimar sinan'dan mezunum, şuanda da yüksek lisans yapıyorum, diyorum. görüşmeye gittiğim yer iç mimarlık ofisi olduğu için adam bunlara yönelik sorular sormaya başlıyor. yüksek lisans yaptın madem, peki (eliyle yukarıdaki sarkıt aydınlatmayı gösteriyor) böyle bir aydınlatmanın detaylarını çizdiğin ders oldu mu, diye soruyor. ben de proje dersi aldığımı söylüyorum. proje dersinde de kesit çizdiğimiz oluyor ve böyle bir aydınlatmanın çok detaylı olmasa da kesitini illa ki çizmişimdir diyorum. neticede mantığında çok bir fark yok, eğer aydınlatmaya bir elektrik kablosu bağlamak gerekiyorsa, bunu sarkıt kısmın içerisinden geçiririz, olur biter diyorum. adam kıytırık aydınlatmanın kesitini küçümsemiş olmama sinirleniyor. klasik, iç mimarın mimar karşısındaki ezikliği, diye düşünüyorum. o sırada, adamın sinirli tavrını gördüğümde, bu ofise bir kez daha görüşmeye gelmiş olduğumu ve görüşmeden kavga ederek çıktığımı hatırlıyorum.
sinir sonrasında adam birden yerinden doğruluyor. o zaman adamın üzerinde bir tavuk kostümü olduğunu görüyorum. içeriye de civciv kostümü giymiş 6-7 yaşlarında bir erkek çocuk giriyor. sanırım adamın oğlu, diye düşünüyorum. adam çocuğuyla oynamaya başlıyor, ben de şaşkın bir şekilde onları izliyorum. bir süre sonra çocuk gidiyor. adam beni odanın diğer tarafına alıyor, bir yandan bir şeyler içip konuşmaya devam ediyoruz. cv'si yine önümde ve konuşurken yine o kağıt parçasına bakıyor. ben ne kadar maaş istediğimi soracak diye beklerken peki, sonra tekrar konuşuruz diyor. ben de peki deyip odadan çıkıyorum.
herhalde gerçekten de öldüm, diye düşünüyorum. çünkü böylesi garip bir iş görüşmesini hayatımda hiç yaşamamıştım diye düşünüyorum.
...
...
telefonun alarmı çalıyor ve uyanıyorum. çalanın alarm değil de özel gün için kaydedilmiş hatırlatma sesi olduğunu fark ediyorum. bugünün özelliği ne ki, diye düşünüp telefona bakıyorum. ekranda "y. bey, 29" yazıyor. hatırlatmayı kapatıyorum, gerçekten ölmüş olmayı isteyerek tekrar uykuya dalıyorum...